7.9.07

Kur'an ve Astrofizik: Yaratılış Teorileri

“Kur’an ve Astrofizik: Yaratılış Teorileri” Üzerine

Doç. Dr. Şakir Kocabaş

Prof. Dr. A.Y. Özemre’nin “Kur’an ve Astrofizik: Yaratılış Teorileri” başlıklı çalışması, Kur’an’da göklerin ve yerin yaratılışı ve yönetimiyle ilgili ayetlerin, günümüzün bazı teori veya senaryolarının hipotez veya kabullerine dayanarak yorumlanamayacağını bütün gerekçeleriyle ve sistematik bir şekilde ortaya koymaktadır. Konuşmama Prof. Özemre'nin söylediklerine büyük ölçüde katıldığımı ifade ederek başlamak istiyorum. Ayrıca kendisine bu önemli çalışmasından dolayı bir okuyucu olarak teşekkür ediyorum, ve bu çalışmanın maddi ve manevi olarak desteklenmesini diliyorum.

Kur’an’da “yaratılış” ile ilgili ayetlerinin herhangi bir teori veya senaryonun hipotez veya kabullerine göre yorumlanamayacağı bu çalışmayla iyice anlaşılmış bulunmaktadır. Şimdi burada şu soru karşımıza çıkıyor: Kur’an’la gerçeklik arasında nasıl bir alaka vardır? Daha özel olarak da, Kur’an’la fizik bilimler arasındaki alaka ne olmalıdır?

Kur'an’ı dikkatle incelediğimizde görüyoruz ki onunla gökler ve yer arasında hakk (= gerçeklik) kavramı açısından çok yakın bir alaka bulunmaktadır. (Hakk kelimesi Kur’an’da doğru, yerinde, gerçek ve gerçeklik gibi birkaç değişik manada, ve hepsinden de önemlisi, hüvel hakk ifadesiyle Allah’ın bir ismi/sıfatı olarak geçmektedir.) Kitap'ta Kur'an'dan bahseden bazı ayetlerde onun hakk olarak indirildiği ve onda anlatılanların da hakk (= gerçek) olduğu bildirilmekte, göklerin ve yerin yaratılışından bahseden ayetlerde de göklerin ve yerin hakk (= gerçeklik) olarak yaratıldığı bildirilmektedir.

Kur’an’ın hakk (= gerçeklik) olarak indirildiğini, ve onda anlatılanların hakk (= gerçek) olduğunu bildiren ayetlerden bazıları şunlardır: (Bakara 2/252, Al-i İmran 3/3, Nisa 4/105, Maide 5/48, Nahl 16/102, İsra 17/105)

Göklerin ve yerin de gerçeklik olarak (= bil hakk) yaratıldığını bildiren ayetlerden bazıları şunlardır: (En’am 6/73, İbrahim 14/19, Hicr 15/85, Nahl 16/3).

Allah Teala, Kur’an hakkında ayrıca “emrimizden bir ruh” diye bahsetmektedir:

“İşte sana da böyle emrimizden bir ruh vahyettik; sen Kitap nedir, inanmak nedir bilmezdin …” (Şuura 42/52)

Kur’an, insanların zihinlerine ve kalplerine yerleştiği zaman böyle insanların meydana getirdiği bir toplumun adeta canı ve hayat kaynağı gibi bir özellik kazanır.

Allah Teala göklerdeki nizamı da, göklere ve yere vahyetmiş olduğu emri ile tesis ettiğini şu ayette ifade etmektedir:

“Böylece onları [göğü ve yeri] iki günde yedi sema olarak kaza etti ve her semaya emrini vahyetti …” (Fussilet ???)

Demek oluyor ki, göklerdeki nizamla Kur’an-ı Kerim arasında hakk (= gerçeklik) ve emr kavramları açısından çok yakın bir alaka bulunmaktadır. Bu yüzden de Kur’an’la göklerde ve yerde meydana gelen olaylar arasında gerçeklik açısından daima göz önünde bulundurulması gereken çok güçlü bir alaka bulunmaktadır. Aşağıdaki şema bu alakayı özetlemektedir:


Kur'an <-----------------------> Gökler ve Yer
(hakk olarak indirildi) (hakk olarak yaratıldı)
| |
| |
V V
kelimeler <-----------------------> olaylar

İşte bu yakın alaka dolayısıyla gökler ve yerdeki olayların en iyi ve en doğru olarak anlaşılması ancak Kur'an'daki kelimelerin meydana getirdiği kavramsal doku içinde mümkün olacaktır. Bu gün dünyada, bütün bilimsel teorilerin kavramlarıyla oluşturulan diller de dahil, hiçbir dil yoktur ki Kur'an kadar zengin ve tutarlı bir kavram sistemine sahip olsun. Buradan da, gerçekliği tanımanın, anlamanın ve ifade etmenin en sağlam yolunun, onu Kitap’taki kelimeler dokusu içinde anlamaya çalışmak ve bu doku içinde ifade etmeye çalışmak olduğu ortaya çıkmaktadır.

Kur’an’da en temel kavramlardan birini meydana getiren “hakk” kelimesi, eski yunan düşüncesinin etkisiyle, İslam düşüncesinde 10-12. yüzyıllarda yerini giderek vücud (= varlık) kavramına bırakmıştır. Hatta o kadar ki, vücud kavramı sadece felsefede değil, kelam ve tasavvufta da merkezi bir kavram haline getirilmiş ve aslında hakk kelimesi çerçevesinde anlamsız olan bazı meseleler bu kavram etrafında tartışma konusu yapılmıştır. Buna rağmen hakk kelimesi adl (= adalet) kavramıyla olan alakası dolayısıyla müslümanların lisanından tamamen kopmamış ve bu kelimeyle birlikte Osmanlı medeniyetinin yıkılmasına kadar yerini korumaya devam etmiştir.

Rönesans öncesi Avrupa’sında da, müslümanların o zamanki Avrupa düşünce hayatı üzerindeki derin etkisiyle gerçeklik kavramı bir ara, kendilerini "hakk aşığı" (= lover of truth) olarak vasıflandıran düşünürlerin dillerinde dolaşmışsa da, daha sonra hemen hemen bütün felsefesini varlığın kategorileri üzerine kuran Kant'la birlikte gerçeklik kavramı önemini tamamen kaybetmiş ve varlık kavramı Batı düşüncesinde merkezi bir kavram olarak ortaya çıkmıştır.

Fizik bilimlerin konusu, bilindiği gibi, göklerde ve yerde meydana gelen ve “fiziksel olay” tarifine giren olaylardır. Bütün bilimsel teoriler belli bir kavram sistemi üzerine kurulur. Bilimsel gözlemler, deneyler ve hatta ölçmeler de teoriye göre yapılır ve sonuçlar da bu teorinin dayandığı kavram sistemi içinde ifade edilir. Fakat son birkaç yüzyıldır gelişen süreç içinde, bugünkü bilim adamları ve bilim felsefecileri tarafından bilimsel teorilerin gerçeklikle alakalı olup olmadığı meselesi tamamen bir kenara bırakılmıştır. Bunun yerine, teorilerin “olaylara uygunluğu” yeterli sayılmaktadır.

Günümüzde dünya hakkındaki bilgilerimizin çoğu son birkaç yüzyılda geliştirilmiş olan teorilere dayanmaktadır. Bu teorilerden en gelişmiş ve uygulama açısından en başarılı ikisi Genel Relativite Teorisi ve Kuantum Teorisidir, ve bu iki teori de kökleri eski yunan düşüncesine kadar giden bir varlık anlayışı ve mekan ve zaman hakkında “nokta” ve süreklilik” gibi geçersiz birtakım kabuller üzerine kurulmuştur. Temel kavramlarındaki (dalga, parçacık, noktasal kütle ve süreklilik kavramları) uyumsuzluk ve çelişkiler yüzünden bugün bilimin en gelişmiş teorileri kabul edilen bu iki teori, yüzyılın en seçkin fizikçilerinin bütün çabalarına rağmen birleştirilememektedir. Bize göre bunun başlıca sebebi, bu teorilerin gerçeklikten uzak bir kavram sistemi üzerine kurulmuş olmasıdır. Son onbeş yıldır bazı teorik fizikçiler, bu iki teorinin birleştirilmesinde ortaya çıkan tezatları kaldıracağını ümit ettikleri bir “superstring” (= süpertel) teorisi geliştirmeye çalışmaktadır. Fakat fizikçilerin bu çabaları çok yavaş ilerlemektedir, çünkü bunun için gerekli olan matematiksel kavramlar ve yapılar henüz geliştirilmemiştir.

Öte yandan, Kant’tan günümüzde kadar, ve özellikle de son yüzyılda fizik ve kozmolojinin gerçeklik kavramından tamamen uzak bir dilde geliştirilmiş olması son yıllarda David Deutsch gibi bazı fizikçileri rahatsız etmektedir. Bu fizikçiler bu eksikliğin meydana getirdiği büyük boşluğu görerek gerçeklik kavramını tekrar fizik literatürüne sokmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu fizikçilerin getirmeye çalıştığı "gerçeklik" kavramı doğal dilden gelen temel bir kavram olmak yerine Kuantum Mekaniğinin "çoklu evrenler" kabulüne dayanan yorumu üzerine kurulmaya çalışılan teorik bir "gerçeklik" kavramı olmaktadır.

İşte bu yüzden, Kur’an’da göklerin ve yerin yaratılışı ve oluşumu ile ilgili ayetlerin, ne kadar gelişmiş olursa olsun gerçeklikle alakası belli olmayan bu günkü teorilerin hipotezleri veya senaryolarının varsayımlarına dayanarak açıklanması yerinde olmayacaktır.

Buna karşılık Kur’an’da gerçeklikle ilgili bir dizi kelime (hakk, emr, kada, kadr, izn, sahhara, sultan, akl ve ruh) bulunmaktadır ve bu kelimeler birbiriyle tutarlı bir doku meydana getirmektedir. Kitap’ta aynı şekilde mekan (kün/mekan, ard, haysu, canib) ve zaman (hıyn, an, sene, şehr, dehr, ‘asr) ile ilgili zengin bir kelime örgüsü sağlam bir kavramsal yapı oluşturmaktadır. Gene aynı şekilde yaratılışla ilgili birçok ayrıntıyı ifade etmede kullanılan bir dizi kelime (haleka, ceale, sevva, savvere, fatara, nebete, benea, kada, emr, kadr) bulunmaktadır. İnsan ve toplum bilimlerinin uğraştığı konularla ilgili birçok kelime de (ruh, nefs, heva, kavm, ümmet, din, millet) bulunmaktadır. Bu kelimeler Kitap’taki kavramsal yapıları içinde, geleceğin en gelişmiş teorilerinin temel kavramlarını oluşturacaktır. Kur’an’da bu konuyla ilgili gördüğümüz şu ayetleri hatırlamak aydınlatıcı olacaktır:

“Görmedin mi Allah, nasıl bir benzetme yapmıştır: Güzel bir kelime (=kelimetün tayyibe) kökü yerde sabit, dalları semada olan güzel bir ağaç gibidir.”
“[O ağaç] Rabbinin izniyle (= bi izni rabbiha) her zaman meyvesini verir; Allah insanlara öğüt almaları için böyle benzetmeler yapar.”
“Kötü bir söz de (= kelimetün habise), gövdesi yerin üzerinden koparılmış, tutunacak yeri olmayan (= ma leha min karar) kötü bir ağaca benzer.” (İbrahim Suresi 14/24-26)

İşte bu şartlarda çağımız müslüman bilim adamlarına çok önemli bir görev düşmektedir: Gerçekliğin Kur’an’daki kelimelerin meydana getirdiği kavramsal yapı içinde algılanmaya çalışılması, anlaşılması ve ifadesi. Böyle bir araştırma programının başarıya ulaşması için yapılması gereken işleri şöyle sıralıyabiliriz:

1) İlgilenilen bilim dallarının (fizik, kozmoloji, biyoloji, v.s.) mantıksal, matematiksel ve teorik yapısının dikkatle incelenmesi.
2) Bilim felsefesi: Bu bilimlerin temel kavramlarının bunlarda geliştirilen teorilerde nasıl kullanıldığının incelenmesi.
3) Kur'an'daki kavramların gramerlerinin (kullanım çerçeveleri ve yapılarının) tedkik edilmesi. (Mesela Kur'an'da yaratılış ile ilgili bir düzineden fazla kelime bulunmaktadır, fakat bu kelimelerin, yaratılışın hangi yönlerini veya safhalarını anlatmada kullanıldığı bu güne kadar hala araştırılmamıştır.)
4) İlgili bilim alanına giren, göklerde ve yerde meydana gelen olayların önce bu kavramlar çerçevesinde genel bir yapı içinde anlaşılmaya çalışılması.
5) Sonra da bu kavramsal yapı üzerine gerekli mantıksal ve/veya matematiksel yapılar kullanmak suretiyle, formel teorilerden başlayarak basit fakat tutarlı yeni teoriler geliştirilmesi.
6) Geliştirilen bu formel teorilerin mevcut teorilerle açıklanmaya çalışılan olayları daha tutarlı ve daha tafsilatlı olarak açıklayacak şekilde genişletilmesi.

Bunlar yapılmadığı takdirde müslümanların bilimde hiçbir yeni veya orijinal teori geliştirmeleri mümkün olmayacak ve yukarıda sıralanan bu işleri müslümanlar yapmadıkları takdirde bunu bir gün mutlaka başkaları yapacaktır.

------------- ek

Birincisi, ilgilenilen bilim dalındaki (fizik, kozmoloji) teorik yapıyı, bu yapının temel kavramlarını ve bu bilimin felsefesini iyi bilmek gerekiyor.

İkinci olarak, Kur’an’da o bilim konusuyla ilgili kelimeleri bulmak ve bunların Kitap’taki gramerini dikkatli bir şekilde incelemek gerekiyor.

Üçüncü adımda, mevcut teoriyi Kitap’taki bu kelimelerin meydana getirdiği kavramsal yapı ile karşılaştırıp bu yapı içinde manalandırmaya çalışmak.

Kitap’taki kelimelerin meydana getirdiği kavramsal yapı içinde yeni teoriler geliştirmek.

Dikkat edilirse, bu program çerçevesinde yapılan iş Kitab’ı, kökleri havada kalan birtakım teorik terimlerle anlamaya çalışmak değil, teorileri Kitab’ın kelimeleriyle anlamaya ve yeniden kurmaya çalışmaktır. Geleceğin en gelişmiş teorileri işte bu kelimeler üzerine kurulacaktır. Görüleceği gibi, burada müslüman bilim adamları için büyük bir imkan ortaya çıkmaktadır. Eğer müslümanlar bu imkanı değerlendirmezlerse, başkaları mutlaka bunu değerlendirecektir.
-----------
***

Demek oluyor ki, göklerdeki nizam ile Kur’an-ı Kerim arasında hakk (= gerçeklik) kavramı arasında yakın bir alaka var. Bu alakayı şu şema ile gösterebiliriz:

***

Bu çalışma, çok önemli bir konuda uzun zamandır, hatta genel çerçevesi itibariyle de birkaç yüzyıldır eksikliği hissedilen, ve konusunda vukuf sahibi olarak ülkemizde yetişmiş olan ilk ve nadir bir ilim adamı, Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre tarafından hazırlanmış çok önemli bir araştırmanın başlangıcını oluşturmaktadır.

Prof. Özemre, konuya başlangıç olarak, temelde fizik olmak üzere Tabiat İlimleri olarak adlandırılan fizik, kimya biyoloji, astronomi gibi bilimlerin birçok açıdan sağlam bilgi sahibi olmadan “İlmi Kur’an Tefsiri” adı altında Kur’an-ı Kerim’i yorumlamaya girişenlerin ciddi kavram kargaşalarına, yanlış anlamalara ve İslam’a aykırı beyanlara yol açtığını görerek bu hataları ortaya çıkarmak amacıyla bu çalışmayı yaptığını ayrıntılarıyla bildirmektedir. Gene başlangıç bölümünde, son iki yüzyılda ortaya çıkmış olan Kur’an tefsirinde modernist akımları ve bunların amaç ve metotlarını oldukça sistematik bir şekilde özetlemektedir.

İkinci Bölüm’de de ilim kavramına, gözlem, deney ve tefekkür (sistematik düşünme) kavramları ile alakaları çerçevesinde açıklık getirilmekte ve bu kavramın genel çerçevesi içinde pozitif ilim kavramı tarif edilmekte ve bunun sınırları da bir dizi metodolojik ve felsefi açıdan ayrıntılı bir şekilde ortaya konmaktadır. Bu bölümde üç sayfa içinde özet fakat daha önce herhangi bir eserde görmediğim sistematik bir yaklaşım içinde bilgiler verilmektedir. Makaleyi baştan sona olduğu gibi, bu bölümü de büyük bir dikkatle, satırların altını çizerek ve bütün anahtar kelimeleri işaretleyerek okudum. Bu makalede yazılanların “Kur’an ve Bilim” konusunda çalışma yapmak isteyen herkes tarafından iyice anlaşılmış ve hazmedilmiş olması gerektiği kanaatine vardım. Bu bölümde sormak için işaretlediğim iki husus oldu. Bunlardan biri, 7. sayfadaki tabiat ilimlerini karakterize eden prensiplerden determinizm ilkesi ile ilgili idi: Kuantum mekaniğinde bu prensibin her zaman, özellikle fotonlarla parçacıkların etkileşimlerinde geçerli olmadığı, ve bu tür etkileşimlerde Heisenberg’in belirsizlik presibinin geçerli olduğu. Bu hususun, makalenin sınırlı hacmı dolayısıyla ele alınmadığını düşünüyorum.

Diğeri ise fiziksel realite kavramı. Bildiğim kadarıyla, batı düşüncesinde özellikle Kant’tan beri daha da derin bir şekilde, klasik ve modern fizikte gerçeklik kavramının yerini varlık (= existence) kavramı almış bulunmaktadır. Dolayısıyla da özellikle modern fizikçiler “geçeklik” kavramına başvurmaya ihtiyaç duymadan teorilerini geliştirmişlerdir. Fakat son yıllarda bilimsel teorilerin gerçeklikle alakasının gerekli görülmeyişinin eksikliğini hisseden bazı batılı fizikçiler, ki bunlardan biri Yahudi asıllı İngiliz fizikçisi David Deutsch’tur, bu kavramı tekrar fizik literatürüne sokmaya çalışmaktadırlar.1 Fakat bunu yaparken teorilerini bu kavram üzerine kurmak yerine, “teoriye göre” bir gerçeklik tanımı getirmeye çalışmaktadırlar. (Mesela Deutsch, Kuantum Mekaniği’nin “çoklu dünyalar” yorumuna dayanan bir gerçeklik kavramı geliştirmeye çalışmaktadır.)
------
1 Bakınız: Deutsch, D. (1998). “The Fabric of Reality”. Penguin Books.

Makalenin gene bu bölümündeki tabiat ilimleri ile metafizik arasındaki ayırım konusunda anlatılanları da çok önemli görüyorum. Gene bu bölümde tabiat ilimlerinin temelindeki temel kabuller (dogmalar) da açık ve net bir şekilde ifade edilmiş bulunuyor. Bunlar ortaya konulduktan sonra hakiki ilim adamları tarafından takip edilen ilim ahlakının temel prensipleri gene açık bir şekilde formüle ediliyor. Bu prensipleri tanımayan ve bunların ihlal edilmesine göz yuman toplumlarda ilmi gelişme açısından ne gibi büyük siyasi hatalar meydana geldiği tarihteki bazı örnekleriyle birlikte gözler önüne seriliyor.

Bu bölümde diğer yandan da bilimle dini birbirine karıştırmanın yanlışlıkları sıralanıyor ve batılı bazı bilim adamı ve felsefecilerin, bilim kavramını din kavramının yerine oturtma çabaları da tarihi örneklerle anlatılıyor. Buna karşılık tabiat ilimleri konusunda sistematik bir eğitimi olmayan bazı müslümanların da teorik kavramları dini kavramların yerine ikame etme çabaları ve bunun sonunda ortaya çıkan tiraji-komik durumlar da müşahhas örnekleriyle ortaya konuyor.

Bu bölümüm sonlarında ise daha sonraki bölümde anlatılanlara esas olacak bazı temel kavramlar ayrıntılı bir şekilde tarif ediliyor ve bu tarifler örneklerle açıklanıyor. Bahsedilen kavramlar, tabiat ilimleri çerçevesinde yapılan faaliyetler sırasında ilim adamları arasında öncelikle kendi aralarındaki bilgi alışverişi ve açıklamalar için geliştirilen araçları ifade eden teori, model ve senaryo kavramlarıdır. Burada özellikle model ve senaryo kavramları tafsilatlı bir şekilde ve bilim tarihinden verilen örneklerle açıklanmaktadır. Senaryolar üzerine verilen örneklerde, birçok bilim adamı ve felsefeci tarafından bile yanlış olarak “Evrim Teorisi” ve “Büyük Patlama Teorisi” diye isimlendirilen “teorilere” aslında “senaryolar” denilmesi gerektiği, senaryo kavramına getirilen ayrıntılı tarif ve açıklamalarla ortaya konmakta ve bu alanda sürekli yapılan kavram karışıklığına da böylece son verilmektedir. Bu husus da bilim felsefesi açısından bu çalışmanın getirdiği önemli yeniliklerden biri olmaktadır.

Bu bölümü okurken, “burada teori ve model kavramları arasındaki ilişki de açıklığa kavuşturulsaydı daha iyi olurdu,” diye düşündüm. Ancak, makalenin konusunun senaryolarla daha yakından ilgili olduğunu göz önünde bulundurarak, bu kadar yoğun bir çalışmada bunun ele alınmamış olmasını tabii karşıladım. Fakat ileride yapılacak daha geniş bir çalışmada bu konu üzerinde de durulması yerinde olacaktır kanaatindeyim.

Makalenin Üçüncü bölümünde metod, tefsir ve te’vil kavramları tarif edilmekte ve yapılan tarifler örneklerle de açıklanmaktadır. Dördüncü bölümde ise Kur’an’daki müteşabih ayetler karşısında gene Kur’an’da bu konuyla ilgili Al-i İmran suresinin 7. ayetindeki bir ifade hatırlatılarak ilimde rüsuh sahibi olunmadan bunların te’viline kalkışmanın getireceği hatalar üzerinde durulmaktadır. Bu bölüm, “ilmi tefsir” çatısı altında yapılmak istenecek bütün faaliyetlere ışık tutacak veciz bir cümleyle son buluyor: Tabiat ilimlerinin izafi sonuçlarını Kur’an tefsirlerine karıştırmak isabetli, temkinli ve objektif bir tutum olmadığı gibi, tehlikelidir de.

Beşinci bölümde astronomi, astrofizik, kozmoloji ve kozmogoni bilimlerinin amaç ve ilgi alanlarına göre tarifleri ve sınırları çiziliyor. Bu ilim ve araştırma alanları, teorik veya spekülatif kavram ve açıklamalarının “ilmi tefsir” iddiasındaki çalışmalarda yer alması dolayısıyla bu bölümde ayrıntılı olarak ele alınıyor. Özellikle de kozmoloji ve kozmogoninin dayandığı temel prensipler ve faraziyeler açık ve net ifadelerle ortaya konarak bunların geçerlilik dereceleri tartışılıyor. Kozmoloji, matematiksel ve fiziksel kozmoloji olarak metodoloji açısından iki ayrı araştırma alanı olarak ele alınıyor. Evrenin şimdiki durumu ve geleceği hakkında açıklamalar getirme amacındaki fiziksel kozmoloji ve evrenin yaratılışı konusunda açıklamalar getirmeyi amaçlayan kozmogoninin ilmi bir yapıya değil, daha çok spekülatif bir yapıya sahip oldukları ifade ediliyor. Kur’an’daki bazı ayetleri bunlara dayanarak açıklamanın da bu yüzden isabetli olmayacağı örneklerle anlatılıyor.

Sonuç bölümünde Kur’an-ı Kerim’in esas gayesinin insanlara hidayet (yol gösterici) ve rahmet olması (Nahl suresi 16/64) hatırlatılarak, onun fizik, kimya, biyoloji gibi tabiat bilimlerinin aracılığıyla açıklanmaya çalışılmasının yanlışlığı ortaya konulmaktadır. Gene daha önceki bölümlerde verilen bilgiler çerçevesinde, Kur’an ayetlerinin henüz ilim hüviyeti kazanamamış araştırma alanlarında geliştirilen senaryoların kavramları ile açıklamanın ne kadar yanlış ve temelsiz bir çaba olduğu ifade ediliyor. Hele bunu tabiat ilimlerinde hiçbir vukufu olmayan kişilerin yapmaya kalkmasının saçmalık derecesine varan hatalara yol açtığı bazı müşahhas örnekleriyle ortaya konuyor. Sonuç bölümünün önemli tesbitlerinden biri de fizikçilerin anladığı dar çerçeveli fiziksel realite kavramı ile Cenab-ı Hakk’ın nezdinde olan Nihai Gerçeklik arasındaki farka işaret edilmesidir.

Yazımın başlangıcındaki düşüncelerimi burada da tekrarlamak istiyorum. Bu makale kendi alanında bu kadar vukufla ele alınmış, bir örneği belki de dünyada bulunmayan çok önemli bir çalışmanın ürünüdür. Ümidim odur ki Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre bu çalışmasını yakında bir kitap haline getirir ve bütün ilim dünyasının istifadesine sunar, ve bu çalışması da hakettiği maddi ve manevi desteği bulur.